Mustafa
Enes Şahin
Kitap
Adı: Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Yazarı:
Ahmet Hamdi Tanpınar
Yayınevi:
Dergâh Yayınları
Baskı Numarası: Üçüncü Basım
Sayfa
Sayısı: 354
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Cumhuriyet dönemi yazarlarımızdan
biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar şiir, roman,
hikâye, deneme, makale, edebiyat tarihi türlerinde eserler vermiştir.
Tanpınar’ın asıl önemli yanı şairliğidir. Şiirlerini sembolist bir ifade
üzerine kurmuştur. Aynı anlatım tarzı romanlarına da sirayet etmiştir.
Ahmet Hamdi
Tanpınar “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” adlı romanında batı ve doğu uygarlığı
arasında bocalayan toplumumuzun modernleşme sürecini bazen güldürerek, bazen de
üzerek ironik bir tarzda anlatmıştır. Romanın başkahramanı Hayri İrdal’dır. Ancak
yazar Hayri İrdal’ı olayların merkezine koymak yerine onu bir gözlemci olarak
kullanmıştır. Bazen lehinde bazen aleyhinde tavır almıştır. Bu yolla yazar
okuyucuların Hayri İrdal hakkında kesin bir hükme varmasını engellemiştir. Hayri
İrdal Abdülhamit, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşamış saf, iyi kalpli
ve mantık sahibi bir adamdır. Roman Hayri İrdal’ın anıları şeklinde yazılmış ve
dört bölüme ayrılmıştır; “Büyük Ümitler”, “Küçük Hakikatler”, “Sabaha Doğru” ve
“ Her Mevsimin Bir Sonu Vardır”. Yazar birinci bölümde Tanzimat öncesini,
ikinci bölümde Tanzimat sonrasını, üçüncü ve dördüncü bölümler de Cumhuriyet
dönemini ele almıştır.
Birinci bölümde,
başkahraman olan Hayri İrdal hayatını iki bölüme ayırır. Bunlar; Halit Ayarcı
ile tanışmadan önce ve tanıştıktan sonradır. Hayri İrdal, Halit Ayarcı ile
tanıştıktan sonra kendisinde ne kadar büyük bir değişim yaşandığını görmememiz
için tanışmadan önceki halini en ince ayrıntısına kadar anlatmaya başlar. İrdal
fakir bir ailede doğup büyümüştür buna rağmen mutlu bir çocukluk geçirmiştir.
Okuluna yani Fatih Rüştiyesine evine uzak olmasına rağmen her gün yürüyerek
gider gelirmiş. Bu sıralarda İrdal’ın dayısı ona bir saat alır. Bu olay İrdal
tarafından “ Asıl Hayri İrdal’ın doğum tarihi bu saatin elime geçtiği gündür.”
(Tanpınar 22) diye anlatılmıştır. Bu saatten başka evlerinde başka saatlerde
vardır; biri Mübarek diğeri anne ve babasının odasındaki başucu saatidir.
Mübarek kitapta bir karakter olarak anlatılmıştır. Bu saat ayaklı bir duvar
saatidir ve bu saatler içindeki en önemli olanıdır. Hayri İrdal, dayısının
hediye ettiği saatten sonra saatlere merakı artar. Bu yüzden vaktinin çoğunu
saatçi dükkânı olan Ahmet Nuri Efendinin yanında geçirir. Ahmet Nuri Efendi
saati bir insana benzetir ve bozuk bir saat gördüğünde “Kalp işlemiyor artık.
Beyinde de arıza var. Nasıl yürüsün biçare, iki ayağının ikisi de yok…”
(Tanpınar 29) diye söylenen birisidir. Hayri İrdal burada saatlerin tamiri ve
felsefesi hakkında birçok şey öğrenir. Ayrıca bu dükkânın devamlı müşteriyle
tanışır. Bunlar; Abdüsselam Bey, Avcı Naşit Bey, Seyit Lütfullah, Eczacı
Aristidi Efendi’dir. Aristidi Efendi ve Seyit Lütfullah bozulan mali
durumlarını düzeltmek için büyü, sihir, simya gibi akıl ve bilim dışı şeylere
başvurarak altın yapmaya çalışmışlardır. Yazar burada Tanzimat Döneminden önce,
batıdaki bilimsel gelişmelerden habersiz olan, ekonomik bakımdan alt üst olmuş
Osmanlı toplumuna bir eleştiri yapmıştır. İlerleyen yıllarda Nuri Efendi ölür
ve Hayri İrdal başka bir saatçi olan Asım Efendinin yanında işe girer. Fakat
burada İrdal saatler hakkında bir şey öğrenemez ve arkadaşı Seyit Lütfullah’ın
kendisini ziyarete geldiği bir gün dükkândan bir saati aşırmasıyla İrdal işiz
kalır. Bu olaydan sonra İrdal farklı farklı işlerde çalışır ama hiç birinde dikiş
tutturamaz. Çünkü onun tek anladığı şey saatlerdir. Birinci Dünya
Savası’nın çıkmasıyla askere gider ve birinci bölüm burada biter.
İkinci
bölümde, Hayri İrdal savaştan döndükten sonra her şeyi çok değişmiş olarak
bulur. Babası savaşta ölmüştür ve Hayri İrdal hemen iş aramaya başlar. Fakat
savaştan dönen herkes iş aradığı için iş bulamaz. Bu zamanlar da eski dostu
olan Abdüsselam Bey ile karşılaşır. Abdüsselam Bey kendisine Posta Telgraf
Mektebine girmesini tavsiye eder ve daha sonra kızı yerine koyduğu Emine ile
evlendirip onları kendi evine yerleştirir. Abdüsselam Beyin evi çok
kalabalıktır fakat ilerleyen yıllarda evde Emine ve Hayri’den başka kimse
kalmaz. Abdüsselam Bey’in konağının dağılması “Hürriyetin
ilânından sonra, ayrı ayrı plânlarda bir benzeri olduğu imparatorluk gibi,
konak da yavaş yavaş dağıldı. İlk önce Bosna-Hersek, Bulgaristan, Şarki Rumeli
ve Şimali Afrika arazisi ile beraber birader beylerle hemşire hanımlar
ayrıldılar, sonra Balkan Harbi sıralarında küçük beylerin ve gelin hanımların
bir kısmı evden çıktı. Sonuna doğru Ferhat Beyle –kardeşinin damadı- kendi
çocuklarının bir kısmı kaldı” (Tanpınar 70)
Osmanlı Devleti’nin dağılmasına benzetilmiştir. Abdüsselam Beyi bu yüzden
yalnızlık korkusu sarar ve Emine ve Hayri’nin peşinden ayrılmaz. Daha sonra Abdüsselam
Bey’in ölmesiyle bütün mal varlığını Emine ve Hayri’nin kızına yani Zehra’ya
bıraktığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Abdüsselam Bey’in akrabaları mahkemeye
başvurur ve bu vasiyetname mahkeme tarafından iptal edilir. Bu olayın ardından
Hayri İrdal, Doktor Ramiz ile tanışır. Doktor Ramiz onu sık sık gittiği bir
kıraathaneye götürür. Tanpınar
kıraathane yaşantısını anlatırken aslında toplumdaki Tanzimat Döneminden
sonraki batı ve doğu uygarlıkları arasındaki bocalayışı anlatmıştır. Kıraathane
sahibinin yarı yerli yarı yabancı bir görünüşü vardır; “Kendisine mahsus eski
ile yeni arasında bir dil, hemen hemen o kadar yapmacık bir kıyafet ve başta
Frenk taklidi sivri bir çehre” (Tanpınar 128) diye tanımlamıştır.
Kıraathanedekiler ciddi olan olayları şaka haline dönüştüren kişilerdi;
“Hakikaten yeni bir fikir veya meselsi olanların sözü ilk defalar sadece
nezaket ve biraz da tecessüs yüzünden dinlenirdi ve daima uyanık olan muhit
muhayyilesi onu şakaya en çok müsait tarafından yakalayana, yahut kendi
seviyesine indirene kadar öyle kalırdı. Bütün ciddi şeyler böyleydi.” (Tanpınar
130). Ayrıca bu kişiler hakkında en doğru sözü İrdal’a göre Halit Ayarcı
söylemişti “ Bu insanlar hep bir çeşit aralıkta yaşıyorlarmış gibi düşündüm.
İsterseniz onlara kapının dışında kalanlar da diyebilirsiniz. Muasır zamana
girememiş olmanın şaşkınlığı içinde yarı şaka, tembel bir hayat…” (Tanpınar
133). Yazar burada o dönümdeki iki uygarlık arasındaki bocalayışı çok iyi bir
şekilde anlatmıştır. Doktor Ramiz, Hayri İrdal’ı kendi kurduğu psikanaliz
cemiyetinde işe alır. Daha sonra İrdal, cemiyete gelip giden Cemal Bey ile tanışır.
Cemal Bey de İrdal’a kendi kurduğu ispritizma cemiyetinde iş teklif eder. İrdal
bu iş teklifini kabul eder fakat Cemal Bey bir süre sonra İrdal ile eşi Selma
Hanım arasındaki yakınlaşmadan dolayı İrdal’ı işten çıkarır. İkinci bölümde
böylece sona erer.
İrdal yine
issiz ve yoksul bir hale gelmiştir. Bir türlü iki yakası bir araya
gelmiyordur. İşte böyle bir anda her gün gittiği kıraathanede Doktor Ramiz
ve onun arkadaşı olan Halit ayarcı ile tanışır. Romanın üçüncü bölümünde de bu
tanışmadan sonra ki olaylar anlatılır. Halit Ayarcı o gün İrdal’ın bütün hayat
hikâyesini dinler ve İrdal’ın saatlere olan merakını öğrenir. İlerleyen
günlerde Halit Ayarcı saatleri ayarlama enstitüsü adında bir enstitü
kuracağından bahseder. İlerleyen günlerde küçük bir daire açılır ve ilk bir ay
hiçbir iş yapmazlar. Bu aylarda yalnızca dairenin kırtasiye ihtiyaçları
karşılanır. Bu sürede Halit Ayarcı daireye hiç uğramaz fakat bir sabah belediye
reisi ile birlikte daireye gelir. Daireyi birlikte gezeler. Halit Ayarcı enstitü
hakkında bilgiler vererek belediye reisini çok gerekli ve önemli bir kurum
olduğu konusunda ikna eder ve enstitünün açılmasına karar verilir. Bundan sonra
Hayri İrdal ve Halit Ayarcı enstitüde çalışacak kadroları oluştururlar. Bu
kadrolarda çalışacak kişileri seçerken “Müessesemize tam
referansı olmayan, iyi tanımadığımız kimse giremez. Bunun için de prensibimiz
gayet sağlam. Memurlarımızın yarısı, kendi akraba ve yakınlarımız olacak.
Yarısı da dışarıdan güvendiğimiz yüksek insanların tavsiyelileri.” (Tanpınar
236) bu prensibe göre hareket etmişlerdir. Yazar burada o dönemin akraba
kayırmacılığını eleştirmiştir. Çalışmaların sonunda enstitü açılır. Hayri İrdal
önemli bir mevkiye getirilir, rahata ve üne kavuşur. Yazar bu değişimle
Cumhuriyet döneminde geçmişle bağların tamamen koparılmaya çalışılarak yeni bir
toplum oluşturma çabasını eleştirmiştir. Enstitüyü kuran Halit Ayarcı’nın
inandığı ilke yeniliktir. O devamlı yeni savunmuş ve “Yeninin bulunduğu yerde
başka meziyete lüzüm yoktur… Bir gün kervanın dışında kalınca anlar! Bu dünyada
yeni diye bir şey var! Onu inkâr edenin vay hailine! Zorla değiştiremeyiz ya!
Sağduyusu kendine mübarek olsun! Biz canlı hayatın peşindeyiz!” (Tanpınar 279)
demiştir. Fakat Hayri İrdal bu yeniliğe ayak uyduramamış ve karşılaştığı
şeylere zaman zaman karşı çıkınca yeniyi anlayamamakla suçlanmıştır. Yazar
burada kendi köklerimizden kopmadan yenileşmekten yanadır. Yenileşmenin
batılılaşma olarak görülmesine karşı çıkmaktadır.
“Büyük salonda ve holde dans bütün
hızıyla devam ediyordu. Pudra, lavanta, ter kokusu, çıplak omuz, cıvık cıvık
koltuk altı, tebessüme bulaşmış ruj, havayı bir macun gibi kesifleştirmişti.”
(Tanpınar 300) sözleriyle anlatılan tiksinti, Hayri İrdal’ın artık her şeyden
soğuduğunu işleyen dördüncü bölümün ana konusunu oluşturur. Enstitüyü büyük bir
inançla kuran Halit Ayarcı yanında çalışanların ihanetine uğrar ve enstitüye
olan inancını kaybeder. Amerikalı bir heyet tarafından verilen raporla enstitü
lağvedilir. Ortadan kaybolan Halit Ayracı’nın da bir sabah trafik kazasında
öldüğü öğrenilir.
KAYNAKÇA
Adıvar,
Halide Edip. Saatleri Ayarlama Enstitüsü.Dergah
Yayınları, Temmuz 1992.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder