CNN.com - Top Stories

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ


            Cumhuriyet dönemi yazarlarımızdan biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar şiir, roman, hikâye, deneme, makale, edebiyat tarihi türlerinde eserler vermiştir. Tanpınar’ın asıl önemli yanı şairliğidir. Şiirlerini sembolist bir ifade üzerine kurmuştur. Aynı anlatım tarzı romanlarına da sirayet etmiştir.
            Ahmet Hamdi Tanpınar “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” adlı romanında batı ve doğu uygarlığı arasında bocalayan toplumumuzun modernleşme sürecini bazen güldürerek, bazen de üzerek ironik bir tarzda anlatmıştır. Romanın başkahramanı Hayri İrdal’dır. Ancak yazar Hayri İrdal’ı olayların merkezine koymak yerine onu bir gözlemci olarak kullanmıştır. Bazen lehinde bazen aleyhinde tavır almıştır. Bu yolla yazar okuyucuların Hayri İrdal hakkında kesin bir hükme varmasını engellemiştir. Hayri İrdal Abdülhamit, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşamış saf, iyi kalpli ve mantık sahibi bir adamdır. Roman Hayri İrdal’ın anıları şeklinde yazılmış ve dört bölüme ayrılmıştır; “Büyük Ümitler”, “Küçük Hakikatler”, “Sabaha Doğru” ve “ Her Mevsimin Bir Sonu Vardır”. Yazar birinci bölümde Tanzimat öncesini, ikinci bölümde Tanzimat sonrasını, üçüncü ve dördüncü bölümler de Cumhuriyet dönemini ele almıştır.
            Birinci bölümde, başkahraman olan Hayri İrdal hayatını iki bölüme ayırır. Bunlar; Halit Ayarcı ile tanışmadan önce ve tanıştıktan sonradır. Hayri İrdal, Halit Ayarcı ile tanıştıktan sonra kendisinde ne kadar büyük bir değişim yaşandığını görmememiz için tanışmadan önceki halini en ince ayrıntısına kadar anlatmaya başlar. İrdal fakir bir ailede doğup büyümüştür buna rağmen mutlu bir çocukluk geçirmiştir. Okuluna yani Fatih Rüştiyesine evine uzak olmasına rağmen her gün yürüyerek gider gelirmiş. Bu sıralarda İrdal’ın dayısı ona bir saat alır. Bu olay İrdal tarafından “ Asıl Hayri İrdal’ın doğum tarihi bu saatin elime geçtiği gündür.” (Tanpınar 22) diye anlatılmıştır. Bu saatten başka evlerinde başka saatlerde vardır; biri Mübarek diğeri anne ve babasının odasındaki başucu saatidir. Mübarek kitapta bir karakter olarak anlatılmıştır. Bu saat ayaklı bir duvar saatidir ve bu saatler içindeki en önemli olanıdır. Hayri İrdal, dayısının hediye ettiği saatten sonra saatlere merakı artar. Bu yüzden vaktinin çoğunu saatçi dükkânı olan Ahmet Nuri Efendinin yanında geçirir. Ahmet Nuri Efendi saati bir insana benzetir ve bozuk bir saat gördüğünde “Kalp işlemiyor artık. Beyinde de arıza var. Nasıl yürüsün biçare, iki ayağının ikisi de yok…” (Tanpınar 29) diye söylenen birisidir. Hayri İrdal burada saatlerin tamiri ve felsefesi hakkında birçok şey öğrenir. Ayrıca bu dükkânın devamlı müşteriyle tanışır. Bunlar; Abdüsselam Bey, Avcı Naşit Bey, Seyit Lütfullah, Eczacı Aristidi Efendi’dir. Aristidi Efendi ve Seyit Lütfullah bozulan mali durumlarını düzeltmek için büyü, sihir, simya gibi akıl ve bilim dışı şeylere başvurarak altın yapmaya çalışmışlardır. Yazar burada Tanzimat Döneminden önce, batıdaki bilimsel gelişmelerden habersiz olan, ekonomik bakımdan alt üst olmuş Osmanlı toplumuna bir eleştiri yapmıştır. İlerleyen yıllarda Nuri Efendi ölür ve Hayri İrdal başka bir saatçi olan Asım Efendinin yanında işe girer. Fakat burada İrdal saatler hakkında bir şey öğrenemez ve arkadaşı Seyit Lütfullah’ın kendisini ziyarete geldiği bir gün dükkândan bir saati aşırmasıyla İrdal işiz kalır. Bu olaydan sonra İrdal farklı farklı işlerde çalışır ama hiç birinde dikiş tutturamaz. Çünkü onun tek anladığı şey saatlerdir. Birinci Dünya Savası’nın çıkmasıyla askere gider ve birinci bölüm burada biter.
            İkinci bölümde, Hayri İrdal savaştan döndükten sonra her şeyi çok değişmiş olarak bulur. Babası savaşta ölmüştür ve Hayri İrdal hemen iş aramaya başlar. Fakat savaştan dönen herkes iş aradığı için iş bulamaz. Bu zamanlar da eski dostu olan Abdüsselam Bey ile karşılaşır. Abdüsselam Bey kendisine Posta Telgraf Mektebine girmesini tavsiye eder ve daha sonra kızı yerine koyduğu Emine ile evlendirip onları kendi evine yerleştirir. Abdüsselam Beyin evi çok kalabalıktır fakat ilerleyen yıllarda evde Emine ve Hayri’den başka kimse kalmaz. Abdüsselam Bey’in konağının dağılması “Hürriyetin ilânından sonra, ayrı ayrı plânlarda bir benzeri olduğu imparatorluk gibi, konak da yavaş yavaş dağıldı. İlk önce Bosna-Hersek, Bulgaristan, Şarki Rumeli ve Şimali Afrika arazisi ile beraber birader beylerle hemşire hanımlar ayrıldılar, sonra Balkan Harbi sıralarında küçük beylerin ve gelin hanımların bir kısmı evden çıktı. Sonuna doğru Ferhat Beyle –kardeşinin damadı- kendi çocuklarının bir kısmı kaldı” (Tanpınar 70) Osmanlı Devleti’nin dağılmasına benzetilmiştir. Abdüsselam Beyi bu yüzden yalnızlık korkusu sarar ve Emine ve Hayri’nin peşinden ayrılmaz. Daha sonra Abdüsselam Bey’in ölmesiyle bütün mal varlığını Emine ve Hayri’nin kızına yani Zehra’ya bıraktığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Abdüsselam Bey’in akrabaları mahkemeye başvurur ve bu vasiyetname mahkeme tarafından iptal edilir. Bu olayın ardından Hayri İrdal, Doktor Ramiz ile tanışır. Doktor Ramiz onu sık sık gittiği bir kıraathaneye götürür.  Tanpınar kıraathane yaşantısını anlatırken aslında toplumdaki Tanzimat Döneminden sonraki batı ve doğu uygarlıkları arasındaki bocalayışı anlatmıştır. Kıraathane sahibinin yarı yerli yarı yabancı bir görünüşü vardır; “Kendisine mahsus eski ile yeni arasında bir dil, hemen hemen o kadar yapmacık bir kıyafet ve başta Frenk taklidi sivri bir çehre” (Tanpınar 128) diye tanımlamıştır. Kıraathanedekiler ciddi olan olayları şaka haline dönüştüren kişilerdi; “Hakikaten yeni bir fikir veya meselsi olanların sözü ilk defalar sadece nezaket ve biraz da tecessüs yüzünden dinlenirdi ve daima uyanık olan muhit muhayyilesi onu şakaya en çok müsait tarafından yakalayana, yahut kendi seviyesine indirene kadar öyle kalırdı. Bütün ciddi şeyler böyleydi.” (Tanpınar 130). Ayrıca bu kişiler hakkında en doğru sözü İrdal’a göre Halit Ayarcı söylemişti “ Bu insanlar hep bir çeşit aralıkta yaşıyorlarmış gibi düşündüm. İsterseniz onlara kapının dışında kalanlar da diyebilirsiniz. Muasır zamana girememiş olmanın şaşkınlığı içinde yarı şaka, tembel bir hayat…” (Tanpınar 133). Yazar burada o dönümdeki iki uygarlık arasındaki bocalayışı çok iyi bir şekilde anlatmıştır. Doktor Ramiz, Hayri İrdal’ı kendi kurduğu psikanaliz cemiyetinde işe alır. Daha sonra İrdal, cemiyete gelip giden Cemal Bey ile tanışır. Cemal Bey de İrdal’a kendi kurduğu ispritizma cemiyetinde iş teklif eder. İrdal bu iş teklifini kabul eder fakat Cemal Bey bir süre sonra İrdal ile eşi Selma Hanım arasındaki yakınlaşmadan dolayı İrdal’ı işten çıkarır. İkinci bölümde böylece sona erer.
            İrdal yine issiz ve yoksul bir hale gelmiştir. Bir türlü iki yakası bir araya gelmiyordur. İşte böyle bir anda her gün gittiği kıraathanede Doktor Ramiz ve onun arkadaşı olan Halit ayarcı ile tanışır. Romanın üçüncü bölümünde de bu tanışmadan sonra ki olaylar anlatılır. Halit Ayarcı o gün İrdal’ın bütün hayat hikâyesini dinler ve İrdal’ın saatlere olan merakını öğrenir. İlerleyen günlerde Halit Ayarcı saatleri ayarlama enstitüsü adında bir enstitü kuracağından bahseder. İlerleyen günlerde küçük bir daire açılır ve ilk bir ay hiçbir iş yapmazlar. Bu aylarda yalnızca dairenin kırtasiye ihtiyaçları karşılanır. Bu sürede Halit Ayarcı daireye hiç uğramaz fakat bir sabah belediye reisi ile birlikte daireye gelir. Daireyi birlikte gezeler. Halit Ayarcı enstitü hakkında bilgiler vererek belediye reisini çok gerekli ve önemli bir kurum olduğu konusunda ikna eder ve enstitünün açılmasına karar verilir. Bundan sonra Hayri İrdal ve Halit Ayarcı enstitüde çalışacak kadroları oluştururlar. Bu kadrolarda çalışacak kişileri seçerken “Müessesemize tam referansı olmayan, iyi tanımadığımız kimse giremez. Bunun için de prensibimiz gayet sağlam. Memurlarımızın yarısı, kendi akraba ve yakınlarımız olacak. Yarısı da dışarıdan güvendiğimiz yüksek insanların tavsiyelileri.” (Tanpınar 236) bu prensibe göre hareket etmişlerdir. Yazar burada o dönemin akraba kayırmacılığını eleştirmiştir. Çalışmaların sonunda enstitü açılır. Hayri İrdal önemli bir mevkiye getirilir, rahata ve üne kavuşur. Yazar bu değişimle Cumhuriyet döneminde geçmişle bağların tamamen koparılmaya çalışılarak yeni bir toplum oluşturma çabasını eleştirmiştir. Enstitüyü kuran Halit Ayarcı’nın inandığı ilke yeniliktir. O devamlı yeni savunmuş ve “Yeninin bulunduğu yerde başka meziyete lüzüm yoktur… Bir gün kervanın dışında kalınca anlar! Bu dünyada yeni diye bir şey var! Onu inkâr edenin vay hailine! Zorla değiştiremeyiz ya! Sağduyusu kendine mübarek olsun! Biz canlı hayatın peşindeyiz!” (Tanpınar 279) demiştir. Fakat Hayri İrdal bu yeniliğe ayak uyduramamış ve karşılaştığı şeylere zaman zaman karşı çıkınca yeniyi anlayamamakla suçlanmıştır. Yazar burada kendi köklerimizden kopmadan yenileşmekten yanadır. Yenileşmenin batılılaşma olarak görülmesine karşı çıkmaktadır.
            “Büyük salonda ve holde dans bütün hızıyla devam ediyordu. Pudra, lavanta, ter kokusu, çıplak omuz, cıvık cıvık koltuk altı, tebessüme bulaşmış ruj, havayı bir macun gibi kesifleştirmişti.” (Tanpınar 300) sözleriyle anlatılan tiksinti, Hayri İrdal’ın artık her şeyden soğuduğunu işleyen dördüncü bölümün ana konusunu oluşturur. Enstitüyü büyük bir inançla kuran Halit Ayarcı yanında çalışanların ihanetine uğrar ve enstitüye olan inancını kaybeder. Amerikalı bir heyet tarafından verilen raporla enstitü lağvedilir. Ortadan kaybolan Halit Ayracı’nın da bir sabah trafik kazasında öldüğü öğrenilir.

KAYNAKÇA
Adıvar, Halide Edip. Saatleri Ayarlama Enstitüsü.Dergah Yayınları, Temmuz 1992.

Mustafa Enes Şahin

Kitap Adı: Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Yazarı: Ahmet Hamdi Tanpınar
Yayınevi: Dergâh Yayınları
 Baskı Numarası: Üçüncü Basım


Sayfa Sayısı: 354

           




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder